logo

izigame.me

Görüntülemeye çalıştığınız sayfa ilk kez yüklendiğinde biraz zaman alabilir...

izigame.me

cover-Sable

28 Mayıs 2022 Cumartesi 14:33:29

Sable İnceleme (Daenis)

Sable hakkında yazmayı uzun süredir düşünüyordum. Oyunu yeteri kadar oynamadığımı düşündüğümden de haksızlık etmemek için bekliyordum. Ama buradayım işte. Naçizane fikirlerimi paylaşmak istiyorum. Oynadığım saati görüyorsunuz zaten, ona göre değer biçersiniz yazıma.

Keşfetmek

Siz bir keşif oyunundan neler beklersiniz bilmiyorum. Çoğu açık dünya oyunu aslında içinde keşif de barındırıyor elbet. Ama benim kafamdaki has ''keşif'' oyunları Disco Elysium, Divinity Original Sin 2 gibi crpg oyunları ya da Starbound, Subnautica, Fallout, Stalker ve güncel örnek vermek gerekirse Elden Ring gibi oyunlar oluyor.
Bu oyunların çoğunun ortak özelliği, keşfettikçe oyunda bir ilerleme kaydettiğimiz formülleri olabilir sanırım. Karakterimiz (yani biz) yeni yerler keşfettikçe güçlenir, bilgilenir ve bunlar da oyunda bir işimize yarar. Ve yine çoğunda karakterler daha çok kişiliksiz tiplerdir. O karakter direkt olarak bizizdir. Bence bu da önemli bir etken oyuncuyu o dünyaya bağlamak açısından.
Half Life'da Gordon Freeman'ın tamamen görünür, kişiliği ve sesi olan bir karakter olduğunu düşünün. Oyunun bütün büyüsü, atmosferi ve dünyasının üzerimizdeki etkisi bozulurdu/değişirdi. O dünyadan büyük oranda kopar, ''Gordon Freeman adlı kişinin başından geçenleri'' oynuyor hatta izliyor olurduk. Player Agency de deniyor buna benzer bir şeye.
Sable keskin çizgilerle ayrılıyor tüm bu oyunlardan. ''Keşif'' ve ''yolculukta olma'' temalarını gerçeklikten uzak ve çok daha romantik şekilde işliyor. Yani hikayesel olarak. Yaşının artık gelmesi üzerine dünyayı keşfetmek için yolan çıkan Sable karakterini anlatıyor. Tüm bu temaları da bu karakter ve hikaye üzerinden veriyor. Bunların oyunun oyun kısmında pek bir karşılığı yok.
Dünyayı büyük çoğunlukla içindeki ''hikayeleri'' için keşfediyorsunuz. Elbet bazı küçük oynanışsal şeyleri de geliştiriyor bazen bulduklarınız ya da ödül olarak aldıklarınız. Dünyada gezmek için kullandığınız motorunuzu geliştirebiliyorsunuz, karakterin staminasını falan arttırabiliyorsunuz. Oyunda combat olmadığından, genellikle mobilite odaklı geliştirmeler mevcut. Bunların hiçbirisi oynanışı değiştirmiyor, zaten oynanış odaklı bir oyun da değil dediğim gibi. Hikayeler edinmek için geziyorsunuz tamamiyle dünyada.
Romantik bir insansanız, bu hikayeler güzel de gelebiliyor aslında. Sıradan, basit ve rastgele canlıların küçük küçük dertlerine ortak oluyorsunuz, yaşadıkları maceraları dinliyorsunuz. Müthiş yazılmış şeyler değiller, yeni şeyler değiller ama kötü de diyemeyiz. Değiyor mu? Maalesef değiyor diyemeyeceğim. Keşfin yalnızca umursamak için ıkındığım bu hikayelerin üzerine konulması beni uzun süre oyunda tutamadı.
Sable'da üstte de yazdığım gibi, karakterimizin az da olsa bir kişiliği var. Bir kimliği var. Şahsen bu beni karakterden ve dünyadan kopmaya iten şeylerden bir diğeri oldu. Çünkü karakterle bağ kuramadım. Kendimi göremedim onda. Ya da kendimi oyunda göremedim onun yüzünden. Acıkmıyor, acı çekmiyor veya susamıyor oluşu da ayrı bir eksiydi. (Geçenlerde Far: Lone Sails için yazdığım incelemede de benzer bir şeyden bahsetmiştim. Bundan aşağıda yine bahsedeceğim.) Sable karakteri yüzünden koptuğum, içine giremediğim dünyanın içinde yaşananlar, doğal olarak uzun süre umurumda kalamadı.
Şimdi bunun üstüne belki zorlama gelecek bir alıntı yapacağım. Çünkü yapmak istiyorum. Ben de bu konuda romantiğim. Ömer Hayyam'ın bir şiirini çağrıştırdı bana bu kopuşum.
Ben düşündükçe var dünya. Ben yok, o da yok.

Yolculukta hayatta kalmak

Bu konu efsanelerde, mitlerde ve edebiyatta çook eski çağlardan, antik çağlardan beri yazılıp çizilen bir konu. En ünlü örneklerinden birisi de Odisseus'un yolculuğudur. Poseidon tarafından lanetlenmesi üzerine evine gidiş yolculuğu kat be kat uzayan Odiseus'un yolculukta başına gelmeyen kalmaz. Macerasında bir sürü şey keşfeder. Birçok durumdan sivri zekasını kullanarak hayatını zor kurtarır. Dostlar ve düşmanlar edinir. Kayıplar yaşar. Tek bir umuda tutunarak yola devam eder, evine ulaşmak. Böylece Odiseus'un yolculuğu üzerine bir destan doğar. Böylece akıllara kazınan maceralar ortaya çıkar. Odisseus evine hiçbir sorunla karşılaşmadan, yorulmadan acıkmadan ulaşabilseydi, bunu biz bilmiyor olurduk. Kendisi için de sıradan bir gün olurdu.
Dediğim gibi, Sable bu temayı çok romantik açıdan ele alıyor. Yalnızca yolculukta olmanın güzelliği, kutsallığı ve keşfetmenin muhteşemliğini gösteriyor bize. (Aslında gösteremiyor, yazdığım ve yazacağım sebeplerden dolayı.) Ki ben de çok severim tüm bunları. Fakat hiç acı çekmediğimiz, hiç derdimizin tasamızın olmadığı bir yolculuk, insana ne kadar keyif verebilir? Ne kadar bir ''deneyim'' olur o yolculuk? Ne kadar unutulmaz olur? En önemlisi de, ne kadar öğretebilir?
Bursa'dan İzmir'e uçakla gittiğinizi hayal edin. Biniyorsunuz uçağa. Oturuyorsunuz. Ve tek yapmanız gereken şey, uçağın varış noktasına ulaşmasını beklemek. Bu da bir yolculuktur. Fakat ne kadar deneyimdir?
Bir de aynı yolculuğu, otostop çekerek, kimi zaman kimse sizi almayınca yayan olarak ya da bisikletle falan yaptığınızı hayal edin. Bunu yapmış birisi olarak söylüyorum, hala unutamadığım yolculuklardan biridir. Müthiş maceralar yaşamadım, daha yaşım da genç elbet bir sürü yolculuğa daha çıkacağım, ama yine de güzel anılarımdan, deneyimlerimden birisidir.
Oyunda bu konuyu yalnızca hikayesel açıdan ya da temasal olarak ele almışlar derken, oynanış anlamında hiçbir karşılığı yok diye de eklemiştim. Yani mobilitenizi geliştirmek dışında. Ki amaç günün sonunda yine hikayeler keşfetmek olduğundan, bu da oynanış açısından bir şey eklemiyordu oyuna.
''Acı çekmeliyiz yolculukta, ancak öyle öğreniriz, gelişiriz!'' dememin ardında bu var. Belki de oyuna biraz hayatta kalma elementleri falan eklense, küçük küçük combat mekanikleri eklense, hani ara sıra düşünecek bir sıkıntımız olsa çok daha güzel olurmuş. Yani bu temanın, oynanışta bir karşılığı, bir zorluğu/challenge'ı olsa. Çünkü yaptığımız tek şey, yalnızca dünyanın göz alıcılığına kaptırarak, başka hiçbir şey düşünmeyerek oradan oraya yürümek, koşturmak ya da motor sürmek. Kötü mü? Değil. Ama çabuk sıkıyor işte. Acıları aşıp sonunda tatmin olmak, kendi maceramızı kendimiz oluşturmak varken, üç beş npc'nin rabarbası yetmiyor bana.
Death Stranding'i hatırlayalım mesela. En sevdiğim oyunlardan birisi. Yolculuksa yolculuk, acıysa acı, can korkusuysa can korkusu, tatminse tatmin! Muhteşemdi. Neyse.

Kısaca

Sanat tasarımı ve dünya tasarımı çok güzel bir oyun Sable. Fakat içinde gezmek için yeterince sebep sunamadı bana.
Kurduğu bütün narration'un oynanışta çok çok az karşılığı olması, sadece üç beş diyalog göstermek için güzelim dünyayı harcamış olması, yine oynanış anlamında çok çok az unsur sunan bir sürü şeyi toplamamızı isteyerek bir amaç vermeye çalışsa da hiçbiri yeterli şeyler değil. Dünyada minik minik, zor olmayan bulmacalar da var. Fakat yine yeterli motivasyonu enjekte edemediğinden oyuncuya, onların da değeri azalıyor. Güzel bir oyun değil yani Sable. Bu yüzden maalesef tavsiye edemiyorum.
Her şey bir kenara, siz bir oyunda dünyanın göz alıcılığına ve atmosferine tüm bu yazdıklarıma ihtiyaç duymadan kaptırabiliyorsanız, çok beğeneceksinizdir bu oyunu. Sanat kısmı çok çok güzel çünkü.