Cyberpunk 2077 Review (holyboomer76)
Dikkat yazı spoiler içerebilir!
Selamlar.
Öncelikle oyunu 2.0 güncellemesi ile ilk kez oynamaya başladığımı ve ona göre değerlendireceğimi belirtmek isterim. İlk çıktığında bi 16 saat kadar oynayıp bırakmıştım. Her ne kadar PC'de çok fazla sıkıntı yaşamasam da etrafta kopan yaygara benim de canımı sıkmıştı ve oyunu bir süre kenara koymaya karar vermiştim.
Bu arada oyunun son halinde halen dahabazı benzer sorunların devam ettiğini söyleyebilirim.Polisler halen daha oması gerektiği gibi reaksiyon vermiyor, bazen NPC'ler yerin altında oluyor, araçlar bir anda kontrolden çıkıp deli gibi sürmeye başlayabiliyorlar falan.
Ama yine de bunlar oynanışı büyük ölçüde etkilemiyor. Kendi bakış açıma göre ortada anlatılan iyi bir hikaye varsa, bazı kusurlar görmezden gelinebilir. Cyberpunk da ismi 80'lerin başında konan, şeklini William Gibson'ın Neuromancer'ı alan ve devamla günümüze kadar gelen edebiyatta bilim kurgunun bir alt türü olarak hayatımıza giriyor. Her ne kadar edebiyat tarihinde bu şekilde yer alsa da 1982 yılında, Gibson henüz Neuromancer'ı yazarken Ridley Scott Blade Runner'ı çekiyor ve vizyona girdiğinde de Gibson filmi izliyor ve filmin kendi yaratmakta olduğu dünya ile çok benzerlikler taşıdığını belirtiyor. Dolayısı ile Blade Runner'ın ilham kaynağı olan Philip K. Dick'in " Do Androids Dream of Electric Sheep?" adlı eserini de burada anmamak büyük haksızlık olurdu.
Oyuna gelecek olursak; Cyberpunk evrenin mottosu kabul edebileceğimiz "High tech, low life" düsturunun başarılı bir şekilde yansıtıldığını görebiliyoruz. Night City tam bir Cyberpunk şehri. Neon ışıkları ile aydınlanan bir kent, teknolojinin hükümranlığı, transhümanizmin artık ayrılmaz bir parçamız olduğu, artık savaşların ülkeler yerine megaşirketler arasında döndüğü ve sokaklarında biraz gezdiğinizde distopik dünyayı iliklerinize kadar hissettiğiniz bir şehir Night City.
Her ne kadar oyuna 3 farklı karakterden biriyle başlasanız da bu alternatif gibi görünen senaryolar çok kısa süre içerisinde aynı ortak patikaya bağlanarak ilerlemeye devam ediyor maalesef. Dolayısıyla Sokak Çocuğu, Göçebe ya da Şirketçi olmanızın oyunun en başını saymazsak pek de bir anlamı kalmıyor. Oyunun baştan sona konusunu anlatmayacağım zira bugüne kadar bununla ilgili Türkçe ve yabancı dillerde sayısız video yapıldı. Ama bir tür olarak Cyberpunk evrenin bize sundukları hakkında iki kelam etmek isterim. Bir taraftan aksiyonun içinde oyunumuzu oynarken bir taraftan da oyun bize bazı sorular sorduruyor. Aslında hayatımıza çoktan girmiş olan implantlar -edebiyat ve sinemada anlatıldığı gibi- giderek bizleri daha güçlü yahut şu anki fiziksel ve zihinsel kapasitemizi aşarak, genel anlamda insanın daha "iyi" bir versiyonu haline dönüşmemize mi neden olacak. Ya da bütün bunlar yaşanırken aslında distopik bir dünya tasvir eden Cyberpunk'taki gibi işler giderek kötüye saracak ve dünya çok daha karanlık bir hale mi bürünecek. Bunun yanında sanatın/edebiyatın hayal ettiği her şeyin bir gün gerçek olduğu varsayımından yola çıkarsak ileride bir gün gerçekten benliğimizin/bilincimizin başka bir bedene nakli gerçekleşeceğini de düşünebilir miyiz? Elbette şu an için hayal gibi görünen bu varsayımın belki de birkaç yüzyıl sonra gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini kesin bir dille söyleyemeyiz. İşte tam da bu noktada edebiyat ve sanat bunu "gerçek" kılıyor. Cyberpunk 2077'de Arasaka ailesinin yönettiği megaşirketin bunu gerçek kıldığını görüyoruz. Dolayısıyla artık insanın ölümsüzleşmesi, ve tanrı-insan'ın ortaya çıkması söz konusu oluyor. Tabii ki kendini ölümsüzleştiren bu yeni insan beraberinde birçok teolojik, etik ve düşünsel soruyu da beraberinde getirecek.
Gerek teknolojinin hayatımıza girmesi ve türümüzü daha üst bir insan versiyonuna dönüştürmemizi sağlayacak olan implantların giderek bizi -tıpkı Theseus'un Gemisi'nde olduğu gibi- başka bir "şey"e dönüştürmesi karşısında artık ne kadar kendimiz kalmış olabileceğiz yahut tüm bunlardan bağımsız olarak da gerçek anlamda bir ben'den söz etmemiz mümkün müdür?..
Cyberpunk distopik bir tür olarak bizi alışıldık hollywoodvari mutlu bir sona değil, aksine tüm acımasızlığıyla mutsuz bir sona götürüyor. Açıkçası oyuna başlamadan önce türe dair bilgim olmasına rağmen, mutsuz sonun dozu ağır geldi. Hani hiç mi bi umut kırıntısı bırakmazsın; maalesef bırakmıyor. Aslında bu anlamda tam da türüne sadık kalıyor diyebiliriz tabii.
Yalnız oyun bizi mutsuz sona doğru götürse de, bu yolculuk esnasında karakterlerin kötücüllük problemleri olduğunu söyleyebiliriz. Night City sokaklarında fayda sağlamak, hayatta kalmak için insanların birbirinin arkasından iş çevirdiği, birbirini sattığı, ihanet ettiği bir yaşam süregelmesi gerekirken, maalesef oyun karakterleri üzerinden bunun yansıtılamadığını belirtmek isterim. Netflix'te yayımlanan Cyberpunk: Edgerunners'ta ise bunun çok daha başarılı bir şekilde yansıtıldığını görebiliyoruz. Keşke bunu oyunda da yapabilselermiş...
Son söz olarak 2.0'la birlikte oyunu gayet keyif alarak oynadığımı, şehrin her bir köşesini olabildiğince keşfetmeye çalıştığımı, olabildiğince çok araç deneyimlediğimi, yan hikayeleri sıkılmadan tamamladığımı; skill ve perk'leri güncellemeye rağmen sorunlu bulmama ve yazımın içinde bahsettiğim kimi diğer sıkıntılarına rağmen oyunun keyifli bir deneyim sunduğunu belirtmek isterim.
Yeni bir "inceleme" yazısında görüşmek dileğiyle.